Tam bu sırada trenden ağır adımlarla bir bayan iniyordu. Ayşe buğulu gözleri ile tam olarak seçemese de, annesine ne kadar da çok benziyordu bu kadın, “sakın o olmasın” dedi bir ümit. Ama annesinin hiç bu kadar güzel elbiseleri olmamıştı ki, Ayşe bu düşüncelerle öylece bakakalmışken bayan, Ayşelerin evinin bulunduğu yere doğru yönelmiş geliyordu. Ayşe bir süre sonra “merhaba tatlı kız” sesiyle irkildi ve kendine geldi, yüzüne baktı, “merhaba anne” demek geliyordu içinden ama… Ancak “merhaba” diye karşılık verebildi. Bayan köye öğretmen olarak geldiğini söyledi ve öğretmen evinin yerini sordu, Ayşe hemen oturduğu tabureden fırladı ve “ben sizi götüreyim ben biliyorum orayı” dedi. Beraber yürümeye başladılar. “Adın ne senin yavrum” dedi öğretmen hanım. “Ayşe, öğretmenim” dedi küçük kız, öğretmen hanımın yüzündeki ifade aniden değişti, sen o musun yoksa diye mırıldandı ve cesaretini, “annen hayatta mı yavrum” diye sordu. Ayşe cevapsız bıraktı bu soğuk soruyu. Anlamıştı öğretmen hanım bu öksüz kızın teyzesi olduğunu, “üzülme annem” diye sarıldı hemen Ayşe’ye, Ayşe de anlamıştı hemen, bu annesinin hayatta iken sürekli anlattığı öğretmen teyzesi idi, üç yıl aradan sonra ilk kez birisi ona böylesine bir anne sıcaklığı ile sarılıyordu… Ve artık köyde babasından başka dayanacağı, bir ağaç daha vardı, hem de annesi gibi.
Tren artık kendini bir nebze de olsa affettirmişti…