Abant İzzet Baysal
Üniversitesi
Türkçe Eğitimi
Bölümü
Okuma Eğitimi Dersi
Öyküleyici Metin
Değerlendirme Ödevi
Hazırlayan: Hubeyb
KÖSE
090110044
BOLU,
2011
İKİ
İYİ İNSAN
Ev sahibiyle aralarına anlaşmazlık girince
alt katta
oturan
kiracıya evden çıkmak düştü. Ev sahibi kadının
maksadı
kirayı arttırmaktı. Çeşitli bahanelerle akla gelmedik
rahatsızlık
yaratıyordu. Kiracı, hâlden anlar, söz dinler
soyundan
“efendi” bir adamdı; kirayı belki bir miktar
artırabilirdi.
Gelgelelim kadının böylesine olumsuz tutumu,
bardağı
taşırmıştı, artık burada oturamazdı.
Kışla
baharın birleştiği günlerdeydi. Takvim bahar
günlerini
müjdeliyorsa da paltolar henüz çıkarılmamış,
sobalar
henüz kaldırılmamıştı. Bir yandan tomurcuklanan
ağaçlar
gözü gönlü oyalarken öte yandan sinsi soğuklar,
delişmen
rüzgârlar, sırnaşık yağmurlar bir türlü dinmek
bilmiyordu.
Kısacası kış sürüp gidiyordu.
Gidiyordu
ama bizim kiracı da daire dönüşlerinde ev
aramaktan
vazgeçmiyordu. Yetişkin kızıyla karısı, her akşam
onun
yolunu dört gözle bekliyorlardı. Nasıl beklemesinlerdi
ki
yukarı kattan tepelerine yıkılan gürültü, artık çekilmez
olmuştu.
Atalarımız:
“Tanrı insanı dünyada mekânsız, ahrette
imansız
bırakmasın.” demişlerdi. Kiracı bu sözün taşıdığı
gerçek
anlamı hiçbir zaman şu andaki kadar yaşayarak
duymamıştı.
“Ev sahibinin bir evi, kiracının bin evi var.”
sözü,
evsizlerin uydurduğu kuru bir avunma idi. Gerçekten
insanın,
başını rahatça sokabileceği, “benim” diyebileceği
bir
yuvası olmalıydı. Sanki ayağı yere basmıyor, kendini
boşlukta
yürüyor sanıyordu. Oysa insanın korkmadan
basabileceği
bir tabanı, başını örten bir tavanı olması, az
mutluluk
değildi. Bu düşünce ile evlerini sırtlarında taşıyan
kaplumbağalarla
salyangozlara imrendiği oluyordu.
Gönlüne
göre bir şey bulamadan eve döndüğü
akşamlar,
bütün ailenin sevinci balon gibi sönüyordu.
Ertesi
güne bağlı ufak bir umutla dönünce de basbayağı
iyimserleşiyordu.
Bir
yandan kendisinin, öte yandan karısı ile kızının
durmadan
arayıp sormalarıyla bir ev bulabildiler; hem
peşini
yoktu hem de kendi başına bir evdi. Haftalardan
beri
zavallı ailenin dizlerine inen karasular, ter damlaları
gibi
dökülüp gitmişti. Çok sevinçliydiler. Fakat bu sefer
de
yeni bir aksilik yakalarına yapışmıştı: Yeni ev sahibi
olan
adamla fiyatta bir türlü uzlaşamıyorlardı. Bütün
anlaşmazlık
on liraya dayanıyordu.
Kazancı
yerinde olsa on liradan kaçar mıydı? Bununla
birlikte
bu evi kaçırmak niyetinde değildi. Boşaltacağı evde
çektiklerini,
sokak sokak dolaşırken beyninin ve ayaklarının
geçirdiği
buhranları bu çatı altında bir iki günde
unutuvereceğine
emindi. Bütün evin yükünü tek başına
sırtında
taşıyacak kadar hafif hissediyordu kendini.
Yeni
ev sahibinin de gözü onu tutmuştu. Belki bir iki
gün
nazlandıktan sonra “Peki”, deyiverecekti. Çünkü
adamcağız
yeni kiracısı hakkında enine boyuna bir
soruşturma
yapmıştı.
Bu
evi bulduğu günden beri kiracının uykusu kaçtı.
Adam,
evi kendisine vermekten vazgeçebilir, başka bir
açıkgöz
kendisinden önce davranabilirdi. Her sabah işine
giderken
evin önünden geçiyor, pencerelerine korku ile
bakıyor,
perde görmeyince rahat bir nefes alıyor, seviniyor,
ümitleniyordu.
On lira için direnen ev sahibine de için için
kızıyor,
kiraya verilecek ikinci bir eve sahip olan bu bahtlı
insanın,
bu derece eli sıkı oluşunu bir türlü anlamıyordu.
İçindekilerin
çıktığı fiyattan aşağı veremezmiş. Bu ne korkunç
bencillik.
işte
korktuğu başına gelmişti. Hafta içinde evi gezenler
birdenbire
çoğaldılar. Bereket versin hiçbiri kendisinin
verdiği
fiyattan daha yukarı çıkmıyordu. Hatta daha az
verenler
de oluyordu. Üstelik yeni isteklilerin hiçbiri ilki
kadar
iyi görünmedi ev sahibine. Ev, uzun zaman onarım
görmemiş;
boyanmamıştı. Tek başına oluşu da evin değerini
pek
artırmıyordu.
Nihayet
ev sahibi kararını verdi, bir akşam haber
vermeden
bizim kiracıya uğrayıverdi, gözünü kapatıp evi
on
lira eksiğine vermeye razı olduğunu bildirdi. Bu müjde
karşısında
kiracı sevincinden nerdeyse ev sahibinin boynuna
sarılacak,
ellerini öpecekti. Daha önce ev sahibi hakkında
yürüttüğü
olumsuz yargıları hatırlayıp utandı. Yeni ev sahibi,
yeni
kiracısına anahtarı teslim ederken:
–
Ev sizindir, güle güle oturun, dedi.
Ev
gerçekten kiracınındı. Artık alttakiler rahatsız olmasın
diye
korka korka, yavaş yavaş yürümüyor; alçak sesle mırıl
mırıl
konuşmuyorlardı. Ayrıca tepesinde çeşitli gürültüler
duymadan
köşeciğine şöyle kuruluyor, gazetesini, kitabını
rahat
rahat okuyabiliyordu. Evde hafif bir rutubet ve küf
kokusu
duyuluyordu. Fakat bu onun keyfini kaçırmıyor,
onu
sanki çam kokulu bir yayla havası imiş gibi ciğerlerine
çekerek:
–
Korkmayın; diyordu, bu hava tertemizdir, bu, hürriyet
havasıdır!
Gün
geçtikçe kiracı ile ev sahibi arasında akrabalıktan
ileri
bir dostluk başladı. Bu sokulma ve kaynaşmadan sonra
kiracı
öğrenmişti ki ev sahibi, sandığı gibi hâli vakti yerinde
bir
adam da değildir; eşi ve küçük oğlu ile dul kızının
yanında
oturmaktadır. Damadı ufak bir evden başka bir
şey
bırakmadan ölüverince iki ocak birleşmiş, büyük evi
kiraya
vermişlerdi.
Aldıkları
kira bedeline, kiracının küçük emekli aylığını
da
ekleyip kıt kanaat geçiniyorlardı. Başka bir gelirleri yoktu.
böyle
nazik bir durumda olduğu hâlde, tek geçim kaynağı
olan
evini, benzerlerinden daha ucuza vermesi, ev sahibini
kiracı
gözünde günden güne yüceltiyor, asilleştiriyordu. Bu
iyi
ruhlu, tok gözlü adama on lira için nasıl dayattığını
hatırladıkça
kendini suçluyordu.
Üzüntüsü
gitgide vicdan azabı hâlini almaya başladı.
Bu
işe bir çare bulmak gerekiyordu. Günahını bağışlatmak
için
evin ufat tefek onarımını kesesinden yaptırmayı uygun
buldu.
Keser, testere elinden düşmediği gibi, her ay da ufak
tefek
noksanlar için de birkaç lira harcıyordu. Eski ahşap
evin
sık sık bozulan musluklarını, elektrik düğmelerini baştan
aşağı
değiştirdi. Boyattığı sokak kapısı, pencere pervazları,
parmaklıklar
pırıl pırıl oldu. Damı aktardı, sakat kiremitleri
yeniledi.
Sözün kısası evi iki yıl içinde adam etti. Ev sahibi
bu
değişikliği, bu asil çabayı gördükçe kiracısına dualar
ediyor:
–
inşallah ev alır da buradan öyle çıkarsınız, benim
evim
uğurludur, bütün kiracılarım ev alıp öyle çıktılar, diyordu.
Kiracı
bu temiz duygulara karşı candan teşekkür ediyor,
tatlı
bir rüyada gülümser gibi gülüyor:
–
inşallah, inşallah... diye karşılık veriyordu.
Yersiz
bir inat yüzünden iki yıldır adamcağıza hayli
zararı
dokunduğunu kabul eden kiracı, yirmi dördüncü kirayı
verirken
ay sonuna kadar çıkacağını haber verdi. Bu ani
karar
neredeyse ev sahibinin yüreğine inecekti. Niçin
çıkıyorlardı?
Acaba kira ağır mı gelmişti? Yoksa sık sık gelip
gitmesinden
rahatsız mı olmuşlardı?
Hayır,
bunların hiçbiri evden çıkmasının sebebi değildi.
Kiracı
kızını evlendiriyordu. Hiç kimsesi olmayan damat,
sahibi
bulunduğu evde birlikte oturmalarını istiyordu. Kiracı
seviniyordu,
içinde tüy gibi bir hafiflik vardı; öyle ya ev
sahibine
evinden daha fazla kira alabilmek için fırsat
çıkmıştı.
Kendisi oturduğu müddetçe onu her ay on liralık
rızkına
mâni olmuştu ama evi de bir başkasına aşağı yukarı
yirmi
lira farkla kiralanabilecek bir hâle getirmişti. Bu geniş
vadeli
bir ödeşme olmuştu. Kiracı artık müsterihti.
Ev
sahibi ise arkadaştan, akrabadan daha yakın bir
insanı
yitirmiş gibi göz yaşlarını tutamıyor:
–
Ben demedim mi kardeş, benim evim uğurludur.
Siz
şimdi iki ev almış sayılırsınız. Her zaman evime beklerim,
diyordu.
1) KONU:
Kiracılık
2) ANA
DÜŞÜNCE: Hiçbir durumda yalan söylememeliyiz
3) OLAY:
Kiracının eve yerleşebilmek amacı ile ev sahibine oyun hazırlaması.
4) OLAY
ÖRGÜSÜ:
a. Ev
sahibi kiracısını evden atar.
b. Kiracı
yeni bir ev bulur ve çok sevinir.
c.
Bu evi tutmak için ev sahibine komplo
hazırlar.
d. Bir
süre sonra pişmanlık duyar ve kendini affettirmek için eve harcamalar yapar.
e. Böylece
vicdan azabından kurtulur.
5) ŞAHIS
KADROSU: Kiracı, ev sahibi, eşi, çocukları, damadı
6) ZAMAN:
Bahar
7) MEKAN:
İstanbul
8) BAKIŞ
AÇISI: İlahi bakış açısı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder