10 Nisan 2015 Cuma

Öyküleyici Metin Değerlendirme

Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Türkçe Eğitimi Bölümü
Okuma Eğitimi Dersi
Öyküleyici Metin
Değerlendirme Ödevi




Hazırlayan: Hubeyb KÖSE

090110044




BOLU, 2011
İKİ İYİ İNSAN

Ev sahibiyle aralarına anlaşmazlık girince alt katta
oturan kiracıya evden çıkmak düştü. Ev sahibi kadının
maksadı kirayı arttırmaktı. Çeşitli bahanelerle akla gelmedik
rahatsızlık yaratıyordu. Kiracı, hâlden anlar, söz dinler
soyundan “efendi” bir adamdı; kirayı belki bir miktar
artırabilirdi. Gelgelelim kadının böylesine olumsuz tutumu,
bardağı taşırmıştı, artık burada oturamazdı.
Kışla baharın birleştiği günlerdeydi. Takvim bahar
günlerini müjdeliyorsa da paltolar henüz çıkarılmamış,
sobalar henüz kaldırılmamıştı. Bir yandan tomurcuklanan
ağaçlar gözü gönlü oyalarken öte yandan sinsi soğuklar,
delişmen rüzgârlar, sırnaşık yağmurlar bir türlü dinmek
bilmiyordu. Kısacası kış sürüp gidiyordu.
Gidiyordu ama bizim kiracı da daire dönüşlerinde ev
aramaktan vazgeçmiyordu. Yetişkin kızıyla karısı, her akşam
onun yolunu dört gözle bekliyorlardı. Nasıl beklemesinlerdi
ki yukarı kattan tepelerine yıkılan gürültü, artık çekilmez
olmuştu.
Atalarımız: “Tanrı insanı dünyada mekânsız, ahrette
imansız bırakmasın.” demişlerdi. Kiracı bu sözün taşıdığı
gerçek anlamı hiçbir zaman şu andaki kadar yaşayarak
duymamıştı. “Ev sahibinin bir evi, kiracının bin evi var.”
sözü, evsizlerin uydurduğu kuru bir avunma idi. Gerçekten
insanın, başını rahatça sokabileceği, “benim” diyebileceği
bir yuvası olmalıydı. Sanki ayağı yere basmıyor, kendini
boşlukta yürüyor sanıyordu. Oysa insanın korkmadan
basabileceği bir tabanı, başını örten bir tavanı olması, az
mutluluk değildi. Bu düşünce ile evlerini sırtlarında taşıyan
kaplumbağalarla salyangozlara imrendiği oluyordu.
Gönlüne göre bir şey bulamadan eve döndüğü
akşamlar, bütün ailenin sevinci balon gibi sönüyordu.
Ertesi güne bağlı ufak bir umutla dönünce de basbayağı
iyimserleşiyordu.
Bir yandan kendisinin, öte yandan karısı ile kızının
durmadan arayıp sormalarıyla bir ev bulabildiler; hem
peşini yoktu hem de kendi başına bir evdi. Haftalardan
beri zavallı ailenin dizlerine inen karasular, ter damlaları
gibi dökülüp gitmişti. Çok sevinçliydiler. Fakat bu sefer
de yeni bir aksilik yakalarına yapışmıştı: Yeni ev sahibi
olan adamla fiyatta bir türlü uzlaşamıyorlardı. Bütün
anlaşmazlık on liraya dayanıyordu.
Kazancı yerinde olsa on liradan kaçar mıydı? Bununla
birlikte bu evi kaçırmak niyetinde değildi. Boşaltacağı evde
çektiklerini, sokak sokak dolaşırken beyninin ve ayaklarının
geçirdiği buhranları bu çatı altında bir iki günde
unutuvereceğine emindi. Bütün evin yükünü tek başına
sırtında taşıyacak kadar hafif hissediyordu kendini.
Yeni ev sahibinin de gözü onu tutmuştu. Belki bir iki
gün nazlandıktan sonra “Peki”, deyiverecekti. Çünkü
adamcağız yeni kiracısı hakkında enine boyuna bir
soruşturma yapmıştı.
Bu evi bulduğu günden beri kiracının uykusu kaçtı.
Adam, evi kendisine vermekten vazgeçebilir, başka bir
açıkgöz kendisinden önce davranabilirdi. Her sabah işine
giderken evin önünden geçiyor, pencerelerine korku ile
bakıyor, perde görmeyince rahat bir nefes alıyor, seviniyor,
ümitleniyordu. On lira için direnen ev sahibine de için için
kızıyor, kiraya verilecek ikinci bir eve sahip olan bu bahtlı
insanın, bu derece eli sıkı oluşunu bir türlü anlamıyordu.
İçindekilerin çıktığı fiyattan aşağı veremezmiş. Bu ne korkunç
bencillik.
işte korktuğu başına gelmişti. Hafta içinde evi gezenler
birdenbire çoğaldılar. Bereket versin hiçbiri kendisinin
verdiği fiyattan daha yukarı çıkmıyordu. Hatta daha az
verenler de oluyordu. Üstelik yeni isteklilerin hiçbiri ilki
kadar iyi görünmedi ev sahibine. Ev, uzun zaman onarım
görmemiş; boyanmamıştı. Tek başına oluşu da evin değerini
pek artırmıyordu.
Nihayet ev sahibi kararını verdi, bir akşam haber
vermeden bizim kiracıya uğrayıverdi, gözünü kapatıp evi
on lira eksiğine vermeye razı olduğunu bildirdi. Bu müjde
karşısında kiracı sevincinden nerdeyse ev sahibinin boynuna
sarılacak, ellerini öpecekti. Daha önce ev sahibi hakkında
yürüttüğü olumsuz yargıları hatırlayıp utandı. Yeni ev sahibi,
yeni kiracısına anahtarı teslim ederken:
– Ev sizindir, güle güle oturun, dedi.
Ev gerçekten kiracınındı. Artık alttakiler rahatsız olmasın
diye korka korka, yavaş yavaş yürümüyor; alçak sesle mırıl
mırıl konuşmuyorlardı. Ayrıca tepesinde çeşitli gürültüler
duymadan köşeciğine şöyle kuruluyor, gazetesini, kitabını
rahat rahat okuyabiliyordu. Evde hafif bir rutubet ve küf
kokusu duyuluyordu. Fakat bu onun keyfini kaçırmıyor,
onu sanki çam kokulu bir yayla havası imiş gibi ciğerlerine
çekerek:
– Korkmayın; diyordu, bu hava tertemizdir, bu, hürriyet
havasıdır!
Gün geçtikçe kiracı ile ev sahibi arasında akrabalıktan
ileri bir dostluk başladı. Bu sokulma ve kaynaşmadan sonra
kiracı öğrenmişti ki ev sahibi, sandığı gibi hâli vakti yerinde
bir adam da değildir; eşi ve küçük oğlu ile dul kızının
yanında oturmaktadır. Damadı ufak bir evden başka bir
şey bırakmadan ölüverince iki ocak birleşmiş, büyük evi
kiraya vermişlerdi.
Aldıkları kira bedeline, kiracının küçük emekli aylığını
da ekleyip kıt kanaat geçiniyorlardı. Başka bir gelirleri yoktu.
böyle nazik bir durumda olduğu hâlde, tek geçim kaynağı
olan evini, benzerlerinden daha ucuza vermesi, ev sahibini
kiracı gözünde günden güne yüceltiyor, asilleştiriyordu. Bu
iyi ruhlu, tok gözlü adama on lira için nasıl dayattığını
hatırladıkça kendini suçluyordu.
Üzüntüsü gitgide vicdan azabı hâlini almaya başladı.
Bu işe bir çare bulmak gerekiyordu. Günahını bağışlatmak
için evin ufat tefek onarımını kesesinden yaptırmayı uygun
buldu. Keser, testere elinden düşmediği gibi, her ay da ufak
tefek noksanlar için de birkaç lira harcıyordu. Eski ahşap
evin sık sık bozulan musluklarını, elektrik düğmelerini baştan
aşağı değiştirdi. Boyattığı sokak kapısı, pencere pervazları,
parmaklıklar pırıl pırıl oldu. Damı aktardı, sakat kiremitleri
yeniledi. Sözün kısası evi iki yıl içinde adam etti. Ev sahibi
bu değişikliği, bu asil çabayı gördükçe kiracısına dualar
ediyor:
– inşallah ev alır da buradan öyle çıkarsınız, benim
evim uğurludur, bütün kiracılarım ev alıp öyle çıktılar, diyordu.
Kiracı bu temiz duygulara karşı candan teşekkür ediyor,
tatlı bir rüyada gülümser gibi gülüyor:
– inşallah, inşallah... diye karşılık veriyordu.
Yersiz bir inat yüzünden iki yıldır adamcağıza hayli
zararı dokunduğunu kabul eden kiracı, yirmi dördüncü kirayı
verirken ay sonuna kadar çıkacağını haber verdi. Bu ani
karar neredeyse ev sahibinin yüreğine inecekti. Niçin
çıkıyorlardı? Acaba kira ağır mı gelmişti? Yoksa sık sık gelip
gitmesinden rahatsız mı olmuşlardı?
Hayır, bunların hiçbiri evden çıkmasının sebebi değildi.
Kiracı kızını evlendiriyordu. Hiç kimsesi olmayan damat,
sahibi bulunduğu evde birlikte oturmalarını istiyordu. Kiracı
seviniyordu, içinde tüy gibi bir hafiflik vardı; öyle ya ev
sahibine evinden daha fazla kira alabilmek için fırsat
çıkmıştı. Kendisi oturduğu müddetçe onu her ay on liralık
rızkına mâni olmuştu ama evi de bir başkasına aşağı yukarı
yirmi lira farkla kiralanabilecek bir hâle getirmişti. Bu geniş
vadeli bir ödeşme olmuştu. Kiracı artık müsterihti.
Ev sahibi ise arkadaştan, akrabadan daha yakın bir
insanı yitirmiş gibi göz yaşlarını tutamıyor:
– Ben demedim mi kardeş, benim evim uğurludur.
Siz şimdi iki ev almış sayılırsınız. Her zaman evime beklerim,
diyordu.



1)  KONU: Kiracılık
2)  ANA DÜŞÜNCE: Hiçbir durumda yalan söylememeliyiz
3)  OLAY: Kiracının eve yerleşebilmek amacı ile ev sahibine oyun hazırlaması.
4)  OLAY ÖRGÜSÜ: 
a.  Ev sahibi kiracısını evden atar.
b.  Kiracı yeni bir ev bulur ve çok sevinir.
c.   Bu evi tutmak için ev sahibine komplo hazırlar.
d.  Bir süre sonra pişmanlık duyar ve kendini affettirmek için eve harcamalar yapar.
e.  Böylece vicdan azabından kurtulur.
5)  ŞAHIS KADROSU: Kiracı, ev sahibi, eşi, çocukları, damadı
6)  ZAMAN: Bahar
7)  MEKAN: İstanbul

8)  BAKIŞ AÇISI: İlahi bakış açısı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder